
20.
yüzyıla kadar genel olarak Avrupa'daki tüm medeniyetlerde kadınlar etek
giyerlerdi. Sanayi devrimi ve I. Dünya Savaşı ile II. Dünya Savaşı sonrasında
kumaş sıkıntısı veya üretimde eteklerin makinelere kaptırılması gibi zorunlu
koşullar sonrasında kadınlar eteğin yanında pantolon da giymeye başladılar.
1970'lerde
ise özgürlüğün simgesi haline gelen kot pantolon ile etek, kadınlar için bir
kıyafet zorunluluğundan çıkıp modası olan bir giyim aksesuarına dönüştü.
II.
Dünya Savaşı'ndan sonra yetişen nesiller, bireysel fikirlerini, görüşlerini
ifade etmek için, özellikle de siyasi konulardaki tepkilerini ebeveynlerinden
farklı şekillerde karşılık vermek için, süregelen gelenek ve ahlak kurallarına
uymayı reddetmeye başladılar. Mini eteğin mucidi kabul edilen Galli tasarımcı
Mary Quant tam da bu dönemde, Londra, King's Road’taki Bazaar adlı butiğiyle
gündelik modaya yön vermeye başladı; günün gençlerinin düşüncelerini yansıtan
ve moda trendlerini belirleyen Paris modaevleri ile uzaktan yakından alakası
olmayan giysiler satmaya başladı. 1965’te etek boylarını dizlerin 10-15 cm üzerine
çeken tasarımcı, böylece ikonik mini eteği yaratmış oldu. Mini etek böylece
1960’ların ortasında Londra’nın ruhunu yansıtan giysi oldu; özgür, enerjik,
genç, devrimsel ve geleneklere aykırı.

80 ve
90'lı yıllarda mini etek, boyunun biraz uzatılmasıyla, iş kıyafetlerinde
ceketlerle ofislere taşındı. Dar jean pantolonlar nedeniyle popüleritesi biraz
sarsıldysa da hala hem gece kıyafetlerinde hem de günlük elbiseleri tamamlayan
bir parçadır. Mini etek her ne kadar tepki çekmiş olsa da kadın bacağının
sergilenmesi nedeniyle bir o kadar da ilgi görmüştür.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder